Açıklama
İhtiyar kadın, iki sıska ve küçük, birer eşek kadar küçük öküzün çektiği kağnının arkasında çıplak ayakları taşlara takılarak; elinde değnek, ağlamaktan kısılmış sesiyle öküzlere bağırmaya çalışarak, yürüyordu. Yaz gecelerinin parlak ay ışığı altında çakalların sesini bastıran bir gıcırtı ile ağır ağır ilerleyen bu kağnı, hiç de bir ölü taşıra benzemiyordu: Öküzler sırtlarına vuran aydınlık altında canlı ve gürbüz; yamalı yorgan ve köhne kağnı fevkalade kıymetli bir madenden yapılmış gibi güzel ve yeni görünüyorlardı.
(Kağnı)
İster köy hayatını anlatsın ister kasaba ya da şehir hayatını, Sabahattin Ali’nin öykülerinin odağında çoğu kez toplumun en alt kesimindeki insanlar; yoksullar, işçiler, hapishaneye düşmüş kader mahkûmları, pavyonda çalışan kadınlar, çingeneler, susuzluktan yanan topraklarını beraber büyüdükleri arkadaşlarının kanıyla sulayanlar vardır. Onun öyküleri canları yanan, hor görülen, itilip kakılan, başkalarının kârı için ölüme yollanan yoksulların toplu geçidi gibidir. Bu toplu geçitte Sabahattin Ali, hayatta kalmaya yetecek en temel ihtiyaçlardan mahrum kalmanın, sürekli sorunlarla boğuşmanın insan ruhunda yarattığı karmaşayı olağanüstü ayrıntılı bir dille, son derece renkli fırça darbeleriyle resmeder. Dönemin edebiyatçılarının eleştirel bakışlarının çok ötesine geçen, bütünüyle farklı bir bakış söz konusudur onun öykülerinde. Her bir öykü kahramanında haksızlıkların, eşitsizlik ve yoksunlukların sadece harici tesirlerini değil, çok daha derinlere, ruhun derinliklerine sirayet etmiş tahribatını görmek mümkündür.
Kağnı-Ses‘te, üzerinde yaşadığımız toprakların “yoksul ruhlar”ını, onların öykülerini kelimenin gerçek anlamında kanıyla canıyla anlatmayı görev bilmiş ender yazarlarımızdan olan Sabahattin Ali’nin Değirmen’den sonraki hikâyeleri bir araya getiriliyor.