Açıklama
“Gezi direnişi” hiç kuşkusuz, farklı türden politik muhayyileleri ateşleyen ve muhtelif sosyal bilim alanlarını yeni araştırma gündemlerine yönelten yapısıyla, yakın dönem Türkiye tarihinin en önemli toplumsal olgularına işaret etmektedir. Gezi’nin sosyoloji açısından yarattığı özgün durum ise, politik sermaye biriktirme taktiği olarak uzmanlık ya da “bilimsellik” üzerinde otorite talebinin başköşesine sosyolojinin oturması olmuştur.
Senelerdir siyaset bilimi karşısında eziklik duyan ve artık sosyolojinin gününün geldiğini düşünen bazı hevesli meslekten sosyologlar, “sosyolojik gerçeklik”ten (!) bilimsel dokunulmazlık üreten ideolog ve doksozoflar, “taban” ile “sosyoloji”yi eşitleyen ve sosyolojiyi göreve çağıran politikacılar sayesinde, sosyolojinin hem bir uzmanlık alanı hem bir meşruiyet hâlesi hem de bizzat nesnenin kendisi haline geldiği tuhaf bir durumla karşı karşıyayız. Peki, bir meslek olarak sosyolojinin itibarının hızla aşındığı bu noktaya nasıl varıldı?
Elinizdeki çalışmanın ilk bölümü, Gezi’nin bilgi üretmeye kışkırttığı sosyologların nesneleriyle ve dolayısıyla aslında bizzat kendileriyle yüzleşme çabalarının bir ürünü olarak kurgulanmıştır. Bu çalışmada, Gezi’nin hemen ardından üretilmeye başlanan “sosyolojik” çalışmaların manipülatif karakterine ve sosyolojiyi bir tür saldırı sporu olarak görmenin sakıncalarına işaret eden, nesneleştireni nesneleştirme gayretindeki yazılar yer almaktadır. Öte yandan, yazarların “Sizce sosyoloji, Gezi eylemlerini nasıl bir araştırma konusuna dönüştürülebilir?” sorusuna cevaben kaleme aldıkları yazılar, ilgili nesnenin katmanlı karakterini net bir biçimde ortaya koyuyor. Yine bu çalışma içinde “şiddet”, “sınıf”, “siyaset/hareket”, “mekân/kent” ve “kültür/sembol” başlıkları altında okunabilecek yazılar aracılığıyla, olayın bu katmanlı karakteri sergileniyor.
Gezi henüz sosyolojikleştirilmedi, dahası bu çalışmayla da sosyolojikleştirilmiş olmayacak. Dolayısıyla çalışmanın temel amacı, sosyolojik bilgi üretiminin refleksif karakterini bilhassa bu türden sıcak gündemler içerisindeyken hatırlamanın daha da önem kazandığını vurgulamak ve sosyolojik bilgi üretme protokollerinin işletileceği bazı güzergâhlara işaret etmektir: Sosyoloji, “toplum”un veya toplumun sözcülüğüne soyunanların ve daha kötüsü topluma hükmedenlerin acil taleplerine cevap vermekle mükellef değildir.