Açıklama
İçinde yaşadığımız toplum ya da çevremizdeki bireyler bizi bir oyunun içine çektiğinde, “oynamam” deme hakkına sahip olabilir miyiz? Çok başarılı bir polisiye yazarı gerçek hayatta bütün toplumsal dinamiklerin etkisi altındaki çetrefilli bir davayı çözmekte ne kadar başarılı olabilir? Toplum dediğimiz şey insanıyla, yazarıyla nasıl haberleşir, nasıl etkileşir?Zekâsı ve yaratıcılığıyla dünyamızı zenginleştiren Julian Barnes’ın, yaşamları ve kişilikleri birbirinden çok farklı iki karakterin kesişen yollarını izleyerek kurguladığı bu romanında işte bu sorular sıklıkla karşımıza çıkıyor.19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başlarında geçen hikâyenin kahramanları Hint kökenli bir köy papazı olan babasının öğretilerini tartışmaksızın yaşam ilkesi edinen, hayal gücünden yoksun ve içe kapanık George Edalji ile elinde avucunda ne varsa içkiye harcayan sanatçı bir babanın oğlu olan ve annesinin anlattığı şövalye masallarıyla büyüyen, Sherlock Holmes romanlarının yazarı Arthur Conan Doyle’dur.Arthur Doyle göz doktorluğundan yazarlığa uzanan kariyerinde büyük başarılar kazanmış, çok zengin ve çok popüler olmuş, “sir” unvanıyla onurlandırılmıştır. Buna karşın Hint kökenli yoksul George Edalji aşktan ve dosttan yoksun hayatında sahip olduğu tek şeye, avukatlık mesleğine tutunmuştur. Ne var ki, George işlemediği bir suçtan ötürü yedi yıl hapse mahkûm edildikten sonra, dönemin dehşet verici hapishane koşullarında çektiği onca cefa yetmezmiş gibi, sahip olduğu bu tek şeyi de kaybeder. Salıverildikten sonra, Arthur Doyle’a başvuran George’un akıllara durgunluk veren hikâyesi, karısıyla sevgilisi, vicdanıyla yüreği arasında sıkışıp kalmış ünlü yazarın hayatına, tam da ihtiyaç duyduğu anda, farklı bir anlam katar. Yarattığı Sherlock Holmes karakterine taş çıkartırcasına yürüttüğü bir dizi araştırmanın ardından Doyle davayı üstlenir ve böylelikle kahramanlarımızın kendi kişisel tarihleri kadar İngiltere’nin de tarihini değiştirecek gelişmelerin fitili ateşlenmiş olur.Arthur ve George, dönemin İngiltere’sinde görülen gerçek bir davadan yola çıkarak, bizi farklı bir tarihe ve mekâna götürürken, adalet kavramı, toplum vicdanıyla adaletin bir kesişip bir ayrılan dünyaları üzerine düşünmemizi de sağlıyor.