Açıklama
Yalnızlığımı evin dışında, gecenin bu saatinde ve çatıda hiç sınamamışım demek ki.
Ürkütücü, çekici, gerekli, ansızın… Belki de tekinsiz tam anlamıyla… Ama bunu umursadığım söylenemez!
Bu dünyadan beni ne alıp götürebilir ki!
İçine sıkıştığım bu hayat çatlağından ne söküp çıkarabilir ki!
Yağlı, isli, kurumlu bir baca kiriyim ben! Havaya yayılıp, etrafa çöken, nemlenip kurudukça ve ısınıp soğudukça incecik yarığına daha da yapışıp kalan siyah bir dolgu malzemesiyim nihayetinde.
Rüzgâr da su da sık dişli, ince zımparasıyla temizler, pürüzsüz hale getirir ve parlatır yüzeyimizi. Ama eğer hayat,çatlağının dibine kadar aşınırsa, işte o zaman beni yerimden söküp alan rüzgâra ve suya iman edip, şükredebilirim.Fakat kim beni bu kadar gerçek sevebilir ki!
Sevgili Acuka’mdan başka… Yaşam ve ölüm gibi aşığız; sessiz, sedasız birbirimize bakarak gözlerimizdeki sevecen bakışlarla içimizdeki acukayı aşındırıp, tüketeceğiz.
İspinoz ve Fransız Balkon romanlarındaki izleği sürdüren Ahmet Coşkun, yeni romanı Acuka’da da incinmiş, örselenmiş, engellenmiş bir roman kahramanının iç dünyasına girip yerleşiyor. Kamburunu, kısa boyunu, cılız bedenini, sırtındaki eğriliği taşımaktan yorulmuş bir adamın, Acuka adını taktığı komşusu Madam’a duyduğu aşkın, daha doğrusu karşılığı olmayan bir tutkunun hikâyesi anlatılıyor bu romanda. Ve yazar, bu hikâyeyi anlatırken, roman kahramanının bunalımını sakatlığın bıraktığı bir maraza indirgemiyor; sevgisizlikten, annesizliğin, kadınsızlığın yok edici yalnızlığından kaynaklanan çaresizliğini, acısını ve öfkesini, çarpıcı bir kurgusuyla gözler önüne seriyor.
Acuka, yaşam için ona ayrılan zamanın acısını küçülterek yola devam etmek isteyen yaralı bir ruhun öyküsü.
Sırtının bütün eğriliğine rağmen hayatın çatlaklarına sızmak isteyen, yaşama mâhkum roman kahramanı ise ne çaresiz ne de deli; ama İstanbul ve Boğaz kadar kambur, hepimiz kadar yalnız…