Açıklama
“Sekülerleşme yolunda farklı hızlarda gerçekleşen ilerlemeler de LGBT toplulukların daha hızlı ya da daha yavaş ortaya çıkmasında bir başka etkendi. ABD’de aşırı tutucu Protestanlar ile Latin Amerika’da Katolik Kilisesi’nin, sürecin Kuzey Avrupa’daki en seküler toplumların gerisinde kalmasında payı oldu. Bununla birlikte, Belçika ve İspanya gibi isimde Katolik olan ülkeler, isimde Lüterci İskandinavya’yı hızla yakaladı. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi Türkiye kentleri örneği, İslam dünyasında LGBT kimliklerin ortaya çıkışında sekülerleşmenin (Türkiye örneğinde sömürge karşıtı devrimin bir sonucudur) önemini gösterdi. Bu ülkedeki ticari faaliyet alanlarının ve örgütlenme çabalarının, ta 1990’ların sonlarına değin, Kahire ve Karaçi gibi belli başlı metropollerde bile bir benzeri görülmedi.”
Peter Drucker, Türkiye LGBTİ+ hareketini yakından takip ediyor. Drucker, bu kitapta queer’in bir tarihini sunarken aynı zamanda radikal queer’in radikal solla, yani anti-kapitalizmle harmanlanmasını öneren bir ütopya sunuyor. Queer tarihinin “homoseksüel” kavramı icat edilmeden önceki biçimlerini efeboli, kuşaklar arası cinsellik örüntüsü gibi kavramlara dayanarak ele alırken, bunlara efemine-egemen formasyon diyor. Liberalizm ve sömürgecilik rejimlerine dayanan ve “homoseksüel” kavramının icadına denk düşen dönemi ters-egemen formasyon olarak nitelendirirken, hareketin daha sonraki zaman zarfında geçirdiği evreleri Fordist ekonomi ile neoliberalizm temelinde sırasıyla şu formasyonlar üzerinden tarihselleştiriyor: gey-egemen formasyon ile homonormatif-egemen formasyon. Yazar, bu ekonomik yapıların gey/lezbiyen cemaati giderek gettolaştırmasına dikkat çekiyor. Homonormatif örüntünün homo-nasyonalizmle, yani özünde ırkçılıkla flörtünün ve gey/lezbiyen çiftlerin giderek daha çok heteroseksüel çekirdek aile modeline özenmesinin tehlikelerine işaret ederken, bu tip bir çekirdek aileleşme sürecinin yerine Poliamori/queer yoldaşlık idealini koyuyor. Drucker bu kapsamlı çalışmasında queer cinselliğinin merkez/çevre, sınıf ve ırkçılık gibi parametreler dışında ele alınamayacağını, bunların birbirleriyle girift biçimde iç içe geçtiğini gösteriyor. Cinselliği ele alırken sadece queer kurama değil, önde gelen sosyalist feminist Kollontay’ın aşk ve cinsellikle ilgili çekirdek aile karşıtı görüşlerine yer verirken, Kollontay’ın içinde yaşadığı Sovyet düzeni içerisinde nasıl dışlandığını da gösteriyor. Yazar, solun günümüzde hâlâ queer’i dışlamaya eğilimli olmasını eleştirirken, queerlerin de giderek marjinalleşmesi tehlikesine karşı anti-kapitalizm şemsiyesi altında birleşilmesi gerektiğini öne sürüyor.